Graffiti Vandalizm mi? Kamusal Alan, Güç ve İfade Üzerine Siyasal Bir Okuma
Bir siyaset bilimci olarak, duvarlarda beliren her graffitiyi yalnızca bir sanatsal ifade değil, aynı zamanda bir politik eylem olarak görürüm. Çünkü duvarlar, iktidarın en görünür yüzüdür — kimin konuşabileceğini, kimin susturulacağını belirleyen sınır çizgileridir. İşte tam da bu yüzden şu soru siyasal bir tartışmanın merkezinde yer alır: Graffiti vandalizm midir, yoksa kamusal alanda sessizlerin sesi midir?
Bu sorunun yanıtı, yalnızca sanatın değil, aynı zamanda iktidar, kurumlar, ideoloji ve vatandaşlık anlayışının nasıl tanımlandığıyla ilgilidir.
İktidarın Duvarları: Kimin Sözü Görünür?
Graffiti’nin ortaya çıktığı yerler rastgele değildir. O, iktidarın gölgesinde kalan sokakların dilidir. Devletin, belediyenin veya özel mülk sahibinin kontrol ettiği mekânlarda, bir bireyin ya da grubun iz bırakması çoğu zaman “suç” olarak tanımlanır. Ancak bu suç tanımı, kimin mekân üzerinde söz hakkına sahip olduğunu da açığa çıkarır.
Michel Foucault’nun “görünürlük bir iktidar biçimidir” sözü, tam da bu noktada anlam kazanır. Graffiti, görünürlüğü elinden alınanların duvarlarda yeniden görünür olma biçimidir. O hâlde soralım: Bir duvara yazı yazmak vandalizm midir, yoksa görünmez kılınmış bir kimliğin yeniden görünür olma çabası mı?
Kurumlar ve Düzen: Kimin Alanı, Kimin Sesi?
Kurumlar, düzeni korumakla görevli yapılardır. Bu düzen, çoğu zaman sessiz bir ideolojiyi taşır: “Temiz duvar, düzenli toplum.” Bu anlayış, kamusal alanın tek biçimli, homojen bir estetik içinde kalmasını ister. Oysa demokrasi, farklı seslerin bir aradalığı üzerine kurulur.
Graffiti bu anlamda bir karşı-kurumsal dildir. Kurumların belirlediği estetik, ahlak ve aidiyet sınırlarını ihlal eder. Fakat bu ihlal, yıkıcı olduğu kadar yaratıcıdır da. Her renkli çizgi, iktidarın tek sesli düzenine karşı küçük bir isyanı temsil eder.
Peki düzenin gerçekten korunması gereken şey “duvarın temizliği” midir, yoksa o duvarın ifade özgürlüğüne alan açabilme kapasitesi mi?
İdeoloji ve Anlam: Estetik mi Direniş mi?
Graffiti’yi yalnızca vandalizm olarak görmek, ideolojinin en görünmez biçimlerinden biridir: sanatı politik bağlamından koparma eğilimi. Çünkü bir graffiti, yalnızca estetik bir nesne değil, aynı zamanda toplumsal bir söylemdir.
Bazı graffitiler, tüketim toplumuna karşı bir eleştiridir; bazıları ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ya da yoksulluğa karşı bir haykırıştır. Bu yönüyle graffiti, ideolojinin duvarlara yansıyan karşı-söylemidir.
Graffiti’yi susturmak, aslında toplumsal eleştiriyi görünmez kılmaktır. Belki de asıl vandalizm, renkli bir duvarı griye boyamakta gizlidir.
Vatandaşlık ve Katılım: Kamusal Alanın Yeniden Tanımı
Modern demokrasilerde vatandaşlık, yalnızca oy vermekle sınırlı değildir; aynı zamanda kamusal alanda görünür olma hakkını da içerir. Graffiti tam da bu noktada devreye girer. Duvarlar, çoğu zaman sessiz kalan mahallelerin, marjinalize edilmiş grupların ya da dışlanmış bireylerin “katılım” biçimidir.
Bir vatandaş eğer meşru kanallar aracılığıyla sesini duyuramıyorsa, o zaman duvar onun mikrofonudur. Bu nedenle, graffiti bir ihlal değil, bir kamusal katılım pratiği olarak da okunabilir.
Peki devlet, bu sessiz vatandaşlığın izlerini silmekte haklı mıdır? Yoksa bu izler, toplumun demokratik olgunluğunun bir göstergesi midir?
Cinsiyet ve İfade: Duvarlarda Kadın ve Erkek Sesleri
Siyasal ifade biçimleri çoğu zaman cinsiyetle biçimlenir. Erkekler, tarihsel olarak güç ve strateji üzerinden iktidarı temsil ederken; kadınlar dayanışma, etkileşim ve katılımın sesini taşır. Graffiti bu iki yaklaşımı birleştirir: bir yandan meydan okur (erkeksi bir stratejik eylem), diğer yandan duygusal ve paylaşımcı bir dil kurar (kadınsı bir ifade biçimi).
Bir duvar yazısında “özgürlük” kelimesi ile “sevgi” kelimesinin yan yana durması, tam da bu cinsiyetli iktidar dengesinin dönüşümünü gösterir. Duvarlar hem direnişin hem empati çağrısının tuvaline dönüşür.
Sonuç: Graffiti Vandalizm Değil, Görünürlüğün Siyasetidir
Graffiti, bir suç olmaktan çok daha fazlasıdır; o, kamusal alanın kime ait olduğunu sorgulayan bir siyasal eylemdir. Her duvar yazısı, devletin, toplumun ve bireyin sınırlarını yeniden çizer. Duvar, artık yalnızca bir beton yüzey değildir; güç, direniş ve yaratıcılığın kesişim alanıdır.
Asıl soru belki de şudur: Bir duvar kime aittir? İktidarın mı, halkın mı, yoksa o duvarın hikâyesini yazan görünmez ellerin mi?
Belki de cevap, duvarın üzerindeki her çizgide gizlidir — çünkü bazen en politik eylem, yalnızca görünür olmaktır.